Bu bülten böyle. Kısa kısa notlar halinde sevdiğim şeyler. Bazısı bu aralar bazısı her daim sevdiğim şeyler. Blogosferin o çok eski günlerindeki listelerden ilhamla yazıldı. Takvim 2010’ların başını belki biraz daha gerisini gösterirken takip etmeyi sevdiğim bazı bloglar ara ara böyle listeler yapardı. Liste yapmaya ve okumaya bayılan biri olarak pek severdim bunları didiklemeyi. Sanki takip ettiğim blogger’ların zihin dünyasını ve hayatını yakından tanımama yardımcı oluyordu bu listeler. Zaten her şeyi geçtim, bu bültenin ismi Girift Notlar değil mi? Karışmış, düğüm olmuş notları açmak için var madem burası. Bu da böyle olsun.
Kitap üstüne kitap almak. Okuma hızım son yıllarda düşse bile yeniden eskiye döneceğini bilerek dinmek bilmeyen bir iştahla okunacaklar listesi yapmak. Durduramıyorum kendimi ama lüzum da yok zaten.
Sabah karanlığı. Evet, gün ışığıyla şarj oluyorum belki ama o sessiz sabah karanlığı var ya hani 06:30 sularındaki, işte o sessizlikte kahve demlemeye ve 3-5 sayfa kitap okumaya bayılıyorum.
Spor. Hayatıma bu sene giren ve gerçekten bana iyi geldiğini hissettiren bir yenilik. Yine sabah karanlığında yola dökülüp gittiğim derslerin hazzı başka. Gün ağarmaya yaklaşırken vücudu çoktan hareketlendirip güne hazır hissetmek müthiş.
Yün çoraplarım. Ayaklarım bu mevsim hep üşür. Ama üşümese bile o renkli, konçlu, yünlü çoraplarımı yine de giymeye devam ederdim. Hele o bayıldığım çimen yeşili olanlar.
Gri eşofman. Nüfusuma almak istediğim, her sene havalar az soğumaya başlasın da giyeyim diye beklediğim parçalar. Sevmeyenlerine inat açık gri, koyu gri, kalın, ince, içi yünlü, peluş, beli bağcıklı, beli bağcıksız her çeşidi var. Gri eşofman bağımlıları, birleşiniz!
Mia’nın patileri. Bazen mısır cipsi bazen de patlamış mısır gibi kokuyorlar ve o kokuya bayılıyorum. Koklaya koklaya öpüyorum. Kulakları da çok güzel kokuyor. Yine içime çeke çeke öpüyorum onu kızdırmak pahasına.
Berlin. Seviyorum. Çok seviyorum. İstanbul’dan sonra en mutlu, rahat ve özgür orada hissediyorum. Paris, New York, Londra, Barcelona…Defalarca gittim hepsine. Her gidenin aşık olup da döndüğü şehirler hani. Ama ben aidiyeti ve bir şehre aşık olma hissini bir tek Berlin’de buldum, buluyorum. Uzun bir aradan sonra eylül ayında gidip kavuştum kendisine. O dört gün yine yetmedi. Hiçbir zaman yetmiyor ama zaten özlem de heyecanımı diri tutuyor.
İstanbul. Sevmeyenlere hatta nefret edenlere inat çok seviyorum. Evet, bazen sınırlarımı çok zorluyor, çok enerji emiyor bu şehir. Yoruyor, üzüyor, kök söktürüyor. Ama hatalarıyla sevince unutup gidiyor işte insan. Denizi, eski mahalleleri, nostaljik binaları, mahallemin sakinliğini görünce yelkenlerim de suya iniveriyor. Hele bir de kış güneşi yüzüme vuruyorsa.
Serendipity. Kaç defa izledim hatırlamıyorum bu filmi. Hala aynı mutlulukla, heyecanla ve umutla izliyorum. Her şeyin mümkün olabileceğine, bazı tesadüflerin gerçekten de bir anlamı olduğuna inandırıyor.
Şarap. Pandemi öncesi alelade bir şarap tüketicisiydim ben. Sadece özel günlerde, kalabalık yemek buluşmalarında içerdim ve pek de anlamazdım. Üzümmüş, bağmış, rekolteymiş pek ilgilendiğim detaylar değildi. Hala çok iyi anlıyorum diyemem ama pandemide düştüğüm boşluktan çıkarken şarap dünyasını keşfetmek bana iyi gelenlerdendi. Bir amaca ihtiyaç olmadan sadece keyif için de açıp içebileceğimi fark ettim. O günden beri damağıma güzel gelen şaraplar evin demirbaşı.
Kurtuluş. Doğup büyüdüğüm mahalle. Oradan ayrılalı çok olsa da benim yolup hep oraya düşmeye devam ediyor. Farklı kültürlerle bir arada hoşgörüyle büyüdüğüm için ve şehrin köklü tatları çocukluğumdan beri evimin parçası olduğu için severim Kurtuluşlu olmayı.
Her mevsimin ayrı güzelliği. Evet, hepsinin ayrı bir güzelliği var ve bunu gözlemleyerek yaşamayı seviyorum. Eskidendi o kışa düşman olmak, yağmuru sevmemek. Kızaran sonbahar yaprakları, puslu ama ilham dolu kış günleri, neşe saçan bahar dalları, baş döndüren yaz güneşi. Hepsi güzel ve her birinin geçişlerinde ayrı heyecanlanıyorum. Yaş almak dedikleri bu muydu yoksa?
Ve ayrıca;
YouTube semalarında çürürken kucağımda bilgisayarla uyuyakalmayı,
Yeni değişmiş nevresimli yatağa duş aldıktan sonra girmeyi,
Koyu ojelerimi,
Doksanlar nostaljisine saplanmayı,
Milliyet Sanat okumayı,
Mahalle parklarında bir başıma yürümeyi,
Gece yatmadan sabah demleyeceğim kahvenin kokusunu hayal etmeyi,
Avokadonun girdiği her şeyi,
Orman meyvelerini özellikle de yazdan dondurduğum yabanmersinlerini çok seviyorum.
Yani galiba biraz küçük şeylerden mutlu olmayı seviyorum gibi görünüyor. İyi mi kötü mü bilmiyorum.
Bir sonraki bültende yine liste formatında gitmem çok olası. Bu defa izlediklerimden, okuduklarımdan ve tattıklarımdan mini bir bülten gelebilir veya başka sürprizler olabilir, bilemiyorum. Zira burası dünyanın en istikrarsız bültenlerinden biri. Ne zaman ne yazacağı belli olmaz.
Sevgiler,
D.