Deep squat, Hadza Kabilesi ve Eureka Anları
Çömelmek ya da çömelmemek...ya mesele bundan ibaretse?
Doğrudan konuya gireceğim. Evet, uzun zaman oldu yeni bir bülten yazmayalı ama bunun detayları şu noktada önemsiz sayılır. Tekrar yazmaya dönmem ve buna sebep olan bilgi asıl önemli olan. Arşive baktığımda en son bülten paylaşımımı 18 Nisan’da yaptığımı görüyorum. Araya giren bunca zamanda işim, alışkanlıklarım, sosyal hayatım aynı tempoda devam ederken hayatıma büyük bir yenilik de eklendi. Tabii benim için büyük elbette. Mayıs itibariyle düzenli bir biçimde spor yapmaya başladım ve halen sektirmeden devam ediyorum. Ancak konumuz şu anda bu değil. Zira bunu başka bir bültende ayrıntılı yazacağım. Sadece hikayemizin sporla ilgisi var ve bu ön bilgiyi vermem gerekiyor gibi hissettim.
Konumuz Hadza Kabilesi ve benim bu kabilenin varlığını fark etmemle zihnimde açılan bir pencere. Bir nevi aydınlanma hali de diyebiliriz. Şimdi hikayeyi biraz geriye sarıyorum ve birkaç gün öncesine dönüyorum. Sabahın erken saatlerinde gittiğim antrenmanın son üç dakikasında deep squat pozisyonuna oturmamla başladı her şey. Eğitmenimiz bir tür aktif dinlenme hali olan bu pozisyonun ne kadar faydalı olduğunu ve hayat kalitesini artıracağını söylerken bir an için birkaç yıl önceki kısa yoga deneyimimi hatırladım. Yaklaşık 3-4 ay devam ettiğim yoga sürecinde ismi aklımda kalan birkaç pozdan biri “malasana”ydı ve tam da yere çömeldiğim o üç dakikalık pozisyona çok benziyordu. O dönemki yoga eğitmeninin de hayal meyal malasana’nın faydalarından bahsettiği hızlıca aklımdan geçiverdi.

Okumaya, araştırmaya, keşfetmeye olan açlığımın hiç bitmemesi sebebiyle o gün bilgisayarda mesaimi tamamladıktan sonra kendime iş edindim ve başladım okumaya. Neden deep squat yapmalıyız, nasıl faydalar sağlarız gibi başlıkları ve kişisel deneyimleri tararken bir yazının içindeki ayrıntı dikkatimi çekti. Yazının sahibi bir ay boyunca her gün deep squat yapıyor ve bedenindeki iyileşmeleri anlatıyordu. Ve bir noktada Tanzanya’daki Hadza isimli kabile mensuplarının da bu pozisyona sık sık girdiklerine değiniyordu. Sonrasında merak duygum ağır bastı ve kendimi bu Afrika kabilesinin içinde buldum.
Kim bu Hadza yerlileri?
Hadza Kabilesi (Hadzabe de diyorlar) Tanzanya’da Lake Eyasi çevresinde yaşayan etnik bir grup. Sayıları günden güne azalan kabilenin çok önemli bir özelliği var: Dünyanın kalan son avcı-toplayıcı kabileleri arasındalar. Modern dünyada halen avcı-toplayıcı düzende yaşayabiliyor olmaları yeterince müthiş değilmiş gibi bir de sağlıklarına dair öyle ayrıntılar var ki şaşırmamak elde değil.
Öncelikle şunu belirtmek lazım ki Hadzaların tümü avcı-toplayıcı şekilde yaşamıyor. Günümüzde yaklaşık olarak 1300 üyesi olan kabilenin belki çeyreği diyebileceğimiz bir kısmı her gün avlamaya, toplamaya ve vahşi doğanın sunduklarıyla yetinmeye devam ediyor. Hayat şekillerine ve zihniyetlerine dair öğrendiklerimi elimden geldiğince özetlemeye çalışacağım. Bu bültenin başına oturmadan önce epey bir özet ve bilimsel makale okudum. Her ne kadar artık mesleğimi icra etmesem de aldığım üniversite eğitiminin getirisi olarak sık sık biyoloji odaklı makale okuyup zihnimi aktif tutmaya çalışıyorum. Ama makalelerdeki verilerle hiç boğmayacağım sizi çünkü bu kadar teknik bilgiye hiç gerek yok.
Hadza yerlilerinin hayat tarzları neden bu kadar önemli?
Çağımızın vebalarından sayılan hareketsizliğin pek çok kronik hastalıkla ilişkili olduğu malum. Bilgisayar, televizyon veya cep telefonu başında hareketsiz ve genellikle de kambur geçirilen saatler vücudumuza pek bir hayır getirmiyor. Halihazırdaki sağlıksız beslenme koşulları, hava kirliliği, stresli hayat faktörleri de eklenince bu hayırsızlığın kapasitesi sınırları zorluyor. Bu deep squat işine takıp da okumaya başladığımda neredeyse her kaynağın hareketsizlik vebasından dem vurarak başladığını gördüm. Karşıma çıkan şu yazı ise kafayı Hadzalara takmış bir grup bilim insanıyla tanışmama vesile oldu. Ardından bu kabileden alınacak dersleri özetleyen şu kapsamlı içerik de epey bir ilham verdi bana. Hatta birkaç podcast kaydı da dinledim ama onları ekleyip bulandırmayacağım daha fazla. Kendimce özetlemeye başlıyorum.
Amerikalı bir grup bilim insanı Hadzaların hayatını keşfettiğinde kendilerini bu yerlilerle çalışmaya adamış. Uzmanlık alanları antropoloji, evrimsel antropoloji, biyoloji, tıp olan bu insanların elde ettiği sonuçlar ve gözlemler modern hayatta sağlıklı kalabilmeye ışık tutuyor diyebiliriz.
Paradoksal bir durum var. Sedanter yani hareketsiz yaşam tarzının sağlıksız olduğuna hemfikiriz. Saatlerce oturmak çok düşük kas aktivitesi içerdiğinden pek çok kardiyovasküler hastalığın sorumlusu olarak görülüyor. İnsanlardaki evrimsel basamaklar ise enerjiyi korumanın ve ölçülü kullanmanın fayda sağladığını söylüyor. E, neden o zaman oturmaya devam etmiyoruz ki? İşte paradoks da burada başlıyor.
Araştırmacılar diyor ki, “oturun, oturmakta problem yok ama nasıl oturduğunuz buradaki asıl mesele”. Bunu rahatlıkla söylüyorlar çünkü Hadza Kabilesi’ni iyi tanıyorlar ve senelerdir biyokimyalarını ve hayat şekillerini iyi analiz etmişler.
Hadza yerlileri güne erken saatlerde başlıyor ve o gün hayatta kalmalarını sağlayacak yemeklerini aramak için yola çıkıyorlar. Saatlerce vahşi doğada yürüyor, koşuyor, ok atıyor, hayvan avlıyor ve yüklerini yine kilometreler boyu kamplarına geri taşıyorlar. Ne ilginçtir ki günlerinin yaklaşık 9-10 saatini sedanter yani dinlenerek veya oturarak geçirdikleri ortaya çıkıyor. Bu süre modern batı toplumlarında yaşayan insanların günlük hareketsiz sürelerine neredeyse eş değer. Ama gelin görün ki genel sağlık durumları bizlerden kat kat iyi. Hani oturmak kötüydü?
İşte burada Hadzaların sedanter saatlerini nasıl geçirdikleri önem kazanıyor. Bu sürenin yaklaşık %20’sinde yazının başında bahsettiğim deep squat pozisyonunda oturdukları için aktif bir dinlenme yapıyorlar ve kasları da çalışmaya devam ediyor. Yani bizim 9 saat oturmamızla onların 9 saat oturması arasında dağlar kadar fark var (aslında bir popo hareketi kadar fark var ama anlamıyoruz bir türlü). Hayatlarında koltuk, sandalye, masa gibi eşyalar olmadığı için günün belirli zamanlarında deep squata geçiyorlar. Bildiğiniz çömeliyorlar yani.
Sadece bu kadarla kalsa iyi. Yapılan pek çok tarama ve karşılaştırma sonucunda Hadzaların bağırsak sağlıklarının çok iyi olduğu, floralarındaki çeşitliliğin yüksekliği, kronik hastalıkları neredeyse hiç yaşamamaları da ortaya çıkıyor. Bunun sebebi sadece kasları çalıştıran hayat tarzları değil elbette.
Hadzalar bitkilerden yana zengin besleniyorlar. Avladıkça et de tüketiyorlar. Rafine şeker, trans yağ ve işlenmiş gıda gibi besinleri bilmedikleri için vücutlarına giren her şey doğanın onlara sunduklarından ibaret. Bol bol lif ve protein anlayacağınız. Orman meyveleri ve kovanlardan topladıkları balları tüketmeyi de ihmal etmiyorlar.
Anı ve günü yaşıyorlar. Geçmişe dair pişmanlık veya gelecek kaygısı gibi hisleri yok zira onlar için en hayattaki en temel şey günü çıkaracak besini bulmak. Yani aç kalmamak. Yani hayatta kalmak. Avlıyor, topluyor, tüketiyor ve yeni güne hazırlanıyorlar.
Güzel uyuyorlar. Hava karardıktan sonra uykuya dalıp gün doğunca uyanıyorlar. Biyolojik saatleri güneşe göre çalışıyor diyebiliriz.
Zaman kavramı doğa olayları veya güneşle eşleşiyor onlar için. Bir takvimleri, gün kavramları yok. Hayatlarında iş, okul, vergi, trafik, para, hukuk, sosyal sorumluluk, dini kısıtlama gibi kavramlar da olmadığından mental olarak epey iyi durumdalar. Kendi aralarında eğleniyor, dışarında gelenlere arkadaş canlısı davranıyorlar.
Aşağıya eklediğim kısa videoyu izlemek zihin yapılarına dair fikir verecek. Vahşi doğa ve kabile yaşamları üzerine içerik üreten kanal sahibi birkaç gün kabile üyeleriyle beraber kalıyor hatta beraber babun avına da çıkıyorlar. Bu videoda bir çevirmen desteğiyle Hadzalara sorular soruyor. Cevaplar kimileri için çok ilkel ve basit gelebilir ama aslında son derece yaşamsal, net ve hatta rasyonel.
Yazacağım daha çok şey olabilirdi aslında ama yine özet yapmak üzere yola çıkıp sözü uzattığımın farkındayım. Düzenli egzersizle vücut enerjimin günden güne iyileştiğini hissettiğim şu dönemde aradığım cevapların ilkel sandığım hayatlardan çıkması kafamı çok açtı. Diyorum ya aydınlanma anı diye. Çünkü ne kadar modern çağda ve burnumuza kadar teknolojinin içine batmış şekilde yaşasak da cevaplar hala atalarımızda, ilkel insanda. Bize düşen bunu fark etmek, işaretleri okumasını bilmek.
Sevgiler,
D.
Not: Meraklısı için faydalandığım birkaç yazının ve makalenin bağlantılarını aşağıya ekliyorum.
https://news.usc.edu/166572/squatting-kneeling-health-sitting-usc-research/?utm_source=pocket_mylist
https://www.sababu-safaris.com/blog/what-we-can-learn-from-the-hadzabe/2019/7/18
Merhaba,
Yazıyı okuyunca birkaç ay önce TrtBelgesel’de izlediğim Ulak isimli programı hatırladım. Ben de ilk kez orada Hadza’larla tanışmıştım. Ama derinlemesine araştırıp peşine düşmemiştim, yazınız o bakımdan iyi oldu. Günümüzü düşününce bu kabilelerin, toplumların izole bir şekilde yaşamlarını sürdürmeleri inanılmaz ve büyüleyici geliyor.
Hadzabe halkı hakkında harika bir makale